Tuesday 31 March 2009

ELÇİYE ZEVAL OLMAZ

ELÇİYE ZEVAL OLMAZ Don’t shoot the messanger !

Dost acı söyler ! Tabi eğer gerçek bir dost ise… Çoğu zaman karşımızdakinin kırılmasını üzülmesini istemeyiz. Onun için de ufak tefek hata ve kusurlarını görmemezlikten de geliriz. İyi mi yaparız bilemiyorum. Ancak insanın kendisini düzeltebilmesi için bir feed-back (geri besleme) sistemine ihtiyacı vardır.

Eğer aynaya bakmazsak isek saçlarımızı güzel bir şekilde tarayamayacağımız , kravatımızı güzel bağlayamayacağımız gibi… Bir lisan öğreniyorsak telaffuzumuzu mutlaka bunu iyi bilen birinden düzelttirmemiz gerekir.

Fakat nedense arkadaşlarımızın veya dostlarımızın kusurlarını bir ölçüde hoşgörü ile karşılamayı öğretirler bize. Fakat onların kendilerini düzeltmeleri için ayna “olmamayı” yeğleriz.

Nedeni ise gayet basit. Eğer hata ve kusurlarını onlara ilettiğimizde bundan hoşlanmayacakları ve hatta bizi tersleyeceklerini bile düşünürüz.

Daha da kötüsü böyle bir davranışı karşımızdakinden de bekleriz. Buna biraz “kibarlık” diyoruz. Ama bir ölçüde gerçekçi bir davranış değil.

Bir anne veya babaya belki biraz toleransımız daha fazla ama başkalarına nedense çok az. Yanız bu davranış bozukluğu bize hayatta kendimizi düzeltmemiz için gerekli bilgi akışını kesmekte.Ve tabi karşımızdakine de.

Bu problemlerden kurtulmanın bir yolu olması lazım . Birinci şart biraz daha “dobra” olmak için kendimizi zorlamak. Karşımızdakine her zaman şirin görünmek aslında iletişimin en kolayı yolu.Ama gerçek dışı , sahte bir tavır tarzı ne bizi ne de karşımızdaki ile olan ilişkiyi çok sağlıklı götürmesi mümkün değil.

İnsanlar nedense iltifatlardan çok hoşlanırlar. Bilhassa kadınlara her karşılaştıklarında “kilo mu verdin ?” ya da “saçını mı kestirdin?” lafı yerli yersiz çok kullanılır. Daha kötüsü de bunu işitenlerin bir çoğunun buna bayıldığıdır…

Gerçekçi iltifatlar müstesna…

Ancak bu iltifatların ne yazık ki bizim kendimizi düzeltebilmemiz için faydası yok gibidir.

Ayakkabısı sürekli boyasız olan bir arkadaşımızı görmezlikten gelmek mi daha iyidir yada uyarmak mı? Kravatı bozuk, ceketi lekeli , makyajı akmış , ağzı kokan , alkol müptelası ve daha nice küçük veya büyük kusurlarımızdan dolayı karşımızdaki bizi uyarmaz ise düzeltmemiz çoğu zaman zordur. Bazılarını zaten göremeyiz, bazılarına da boş veririz. Bu da bizi olmak istediğimiz noktadan geride tutar.

Günümüz insanı karşısındakini uyarma konusunda biraz da fazla temkinli ve hatta çekingen.

Bunu gerçekten hareketle yapmamız gereken sürekli güvendiğimiz insanlara bu konuda sorular sormak.

Ceketim, kravatım iyi gözüküyor mu ? Makyajım güzel mi? Bunlar belki biraz ihmal bile edilebilecek kusurlar olabilir ancak konu bu kadar yüzeysel algılanmamalı.

İş hayatında bilhassa astların üstleri mutlaka yaptıkları iş hakkında düşüncelerini sürekli sormalı. En küçük bir uyarı veya tavsiye bize sadece bir armağan olarak kabul edilmeli.

Eşler arasında bu gibi sorgulamalar ne yazık ki zaman içerisinde kesiliyor. Böyle geldi böyle gider düşüncesi içerisinde ilişkilerin düzeltilmesi ve hatta daha güzel bir seviyeye yükseltilebilmesinin önü kesilmiş olur.

Zaman zaman eşinize şu soruyu sormakta fayda var. İlişkimizin daha iyi olması için nasıl davranmamı veya neleri yapmamı , neleri yapmamamı isterdin.

Şu cevaplar bizler için kırıcı olmamalı , ve kesinlikle darılmamalıyız.

Sabah çocukların kahvaltısını hazırlamama yardım etmeni isterdim”

Kirli çamaşırları kirli torbasına bırakmanı isterdim”

Her gece alkollü gelmemeni isterdim”

Gıda alışverişine yardım etmeni isterdim”

Akşam okuluna gitmem için destek vermeni isterdim”

bunlar hem bizleri daha bir yakınlaştıracak hem de ilişkimizin kalitesi yükselecektir. Ciddi bir şekilde belirtilmemiş bir talep havada asılı kalmağa mahkumdur.

İşinizde iş arkadaşlarınıza , patronunuza , evde eşinize çocuklarınıza, dışarıda arkadaşlarınıza , akın dost ve akrabalarınıza ilişkilerinizi sürekli sorgulattırın.

Etrafınızdaki herkes faydalancak.

Kolay değil belki ama bir alışkanlık kırılabilir.

21.03.2007

No comments: