Tuesday 9 April 2013

ÖZÜR


Nişanyan’a göre Arapça   ‘udr kökenliymiş. Anlamını da “bağışlama” olarak vermiş. Fiilin çekimi ‘adara bağışladı, mazur gördü anlamında. Mazeret de ayni kökenli Arpaça  ma’dira ise affetme , bağışlama olarak geçmiş ki bizdeki anlamı kaymış Mazur -Arapça “ma’dür” - bağışlanan , affedilen olarak kullanılıyor. Nişanayan’ın ‘d si bizim olağan telaffuzdan farklı, hışırtılı s-z ye kayan bir ses .

Türk Dil Kurumu’nun (TDK) son baskı sözlüğünde,  Arapça kökünü ‘uzr olarak belirtmiş. Anlam olarak -bir kusurun elde olmadan yapıldığını ileri sürmek-  olarak açıklamış. “Özür dilemek” ise özrünü ileri sürerek bağışlanmasını istemek.
  
Mavi Marmara olayından sonra nihayet çok
beklenen ve arzulanan özür nihayet geldi de rahat bir nefes aldık. Kendilerini aşağılanmış hissedenlerin nihayet başları göğe erdi. Yandaş medya zafer nidaları attı.

İsrail ne demiş oldu ? Bu kusur elde olmadan yapıldı,  bağışlanmasını istiyoruz ! Başbakanımız da kabul ettiğine göre problemin ilk kısmı çözüldü. Yine de bazıları , doğal refleks  göstererek, özürün arka planındaki “komplo”yu da deşifre etmeye çalıştı. 

Yıllarca , sadece “sorry” diyerek olayı geçiştirmek isteyen İsrail yönetimine her defasında red cevabi veren Türkiye sonunda çok arzuladığı “apologize”ı kaptı. Ayrıca mağdurlar tazmin de edilecek.

Hükümet bu özrü bize nasıl yansıtmaya çalıştı? “Bizler mazlum Filistin halkının haklı davasında istediklerimizi elde ederek zafer kazandık”. Abluka altındaki Gazze’deki ablukayı kaldırttık. Şimdilerde insani yardımların ulaşması konusunda anlaşmaya varıldı. Halbuki aradan geçen  üç yıl içerisinde bu problem Mısır’daki Refah kapısının kısmen aralanması ile kısmen çözülmüş idi.

Aslında devamlı söylenen – özür dilense de , dilenmese de- değişen bir şey olmayacağı idi. Türkiye- İsrail ilişkileri hiçbir zaman “one minute” hadisesinden önceki haline dönmeyecek. Aslında mevcut halde ne ticaret aksıyor ne yatırımlar durduruluyor. Turizm sektörü ise mutlaka biraz muzdariptir ama, başka coğrafyadaki turistler boşluğu gayet iyi dolduruyorlar…

Askeri işbirliği askıda. Herhalde uzun bir süre de düzelmez. Geçmişteki bu işbirliği, Türkiye’nin Arap ve bilhassa Müslüman coğrafyasına karşı itibarını zedeliyordu. Onlara göre  sürekli Yahudi ve İsrail düşmanlığı yapılması lazım. İlave olarak ta siyonizmin lanetlenmesi gerek ! Başbakanımız da geçenlerde siyonizm ile faşizmi ayni kategoriye soktu , tepki aldı.

Belki maslahatgüzar seviyesine indirilmiş olan temsil seviyesi tekrar büyükelçilik seviyesine “sessiz sedasız” yükselir.

Türkiye bu zaferin geri planında -istemese de-  Gazze’den İsrail’e atılan roketlerin durdurulması konusunda taahhüt altına girmiş oldu. Bugünlerde tekrar duyulan roket haberleri ve arkasından İsrail askeri güçlerinin karşı taarruzları karşısında “ağabey” Türkiye hükümetinin pozisyonunu da çıkmaza sokacak.
  
Günümüz “Kürt problemi” azınlık olmadıkları için görmemezliğe gelinemedi. Yirmi senede kırk bine yakın vatan evladı öldükten sonra çözülmesi gerektiğine karar verildi. Kürtçe kitapların ve kasetlerin toplatılıp yakıldığı günler nihayet geride kadı. Kürtlerin ve Kürtçenin farkı bir ırk ve lisan olduğu “nihayet” kabul edildi. Hala anadilde eğitim için direnenler, daha ileri özgürlükler için atılacak her adımın , Türkiye’nin parçalanmasına yol açacağı endişesini taşıyorlar.Tüm yapılanlar demokratik haklar “tevdi ediliyor” havasına sokuluyor . Ama geçmişte yapılan hatalara bir “özür” gelmiyor.

Ya azaldıkça azalan azınlıklardan Ermeniler , Rumlar ve Yahudiler ? Onlar ne tehciri ,ne mübadeleyi, ne 1934 Trakya olaylarını , ne Struma gemisini , ne Varlık vergisini , ne Amele Taburlarını , ne 6-7 Eylül olaylarını unutmayacak , unutamayacak elbet. Mağdurların bir kısmı artık hayatta olmayabilirler , ama hayatları perişan olmuş çocuklarının belleklerinden bu olaylar silinmiş değil. Bakalım “özür” ne zaman gelecek …

Avram Aji