Yetmişli
yılların sonlarına doğru kayınpederimin evinde Fransızca eski bir kitaba denk
gelmiştim “L’agonie des Judeo-Espagnols” -Sefarad Yahudilerinin ıstırabı-.Avrupa’da
süratle azalmaya başlayan ve kültürü ile yok olmaya yüz tutmuş “bizlerin”
hikayesi...Acıklı bir kitaptı benim için. Demek ki erimeye elli altmış yıldan çok
önce başlamışız.
Çocukluk arkadaşlarımdan
hemen hepsi yurtdışına göç ettiler... Kimi liseden sonra üniversite okumaya,
kimi üniversiteden sonra iş için terk ettiler güzel İzmir’imizi...
Türkiye’de
yetmişli yıllarda üniversiteye girmek zordu . Paralı özel üniversiteler 1970
yılı sonunda kapatıldı. Sınava girenlerin çok az bir kısmı istedikleri güzel
bir fakülteyi kazanabiliyorlardı. Dershaneler henüz icat edilmemişti. Üniversite
bitirenlerin İzmir’de güzel bir iş bulabilmeleri imkânsızdı diyebilirim. Yaşıtlarımdan
çekici bir profesyonel iş hayatı sürdüren çok az oldu. Başaranlardan bir kısmı üniversitelerde
güzel bir kariyer sahibi oldular. Bazılarımız, ya baba mesleğine devam etti -ki
bunlar genellikle ticari ve sınai işler idi- ; bazılarımız ise kendilerine yeni
işler kurdu.
Genç
kızlarımızın iş hayatına katılımları da yetmişli yıllarda çok kısıtlıydı..
Bankaların yanında bazı özel şirketlerin muhtelif pozisyonlarda çalışanlar oldu.
Bugün hemen tüm kızlarımız çalışma hayatına giriyor.
Judeo-Espanyol
dilimizi ve kültürümüzü dört yüz yıl boyunca , bu coğrafyada canlı canlı tutan bizler, neden yirminci
yüzyılda aciz kaldık? Benim gözlemlediğim sebeplerden biri, “Yahudi
mahallesi”nin dışına çıkmamızdır.
Eskiden konuşlandığımız
İzmir’in Çankaya-Basmane-Mezarlıkbaşı bölgesinde, yan yana sinagoglar inşa etmiş
(Havra sokağı civarı) , okullar kurmuşuz (Talmud Tora, eski ilkokulumuz) ..
Mezarlığımız bile üç adım ötede Konak Bahribaba’da değil miydi? Çok yoğun ,hep iç
içe, hep yan yanaydık...
Mithatpaşa-Salhane-Karataş-Karantina
hattına muhtemelen ondokuzuncu yüzyılın ortalarından sonra geçmiş olmalıyız... Oradaki
evlerin tamamı cumbalı 2 katlı Rum mimarisi özelliğini taşıyordu. Osmanlı
mimarisinde çok az ev hatırlıyorum... Eski kartpostallarda Asansörün arkasında
yükselen bir kilise kubbesi görülür. Mezarlığımız ise şimdiki Kız lisesi
sırtlarına kadar dayanıyor.
Muhteşem
mimarisi ve olağan üstü tezyinatıyla Beth-İsrael sinagogu 1907 de açıldığına
göre -en şaşalı devrimiz- o zamanlarımız
olmalı oralarda... Benim de gittiğim Bene-Berit ilk okulu sinagogun tam
karşısında idi. Karataş Hastanemiz ve Azil,
Deniz kıyısındaki “El Kortijo” (
Bahribaba’ya gelmeden , deniz kıyısında), Bet Levi ve Halil Rıfat Paşa’daki Bet
Ester sinagoglarımız, Asansörümüz... O dönem yine çok yan yana , çok iç içeyiz ...
Ya işyerilerimiz?
Babamın mağazası -ki eskiden “Peştemalcılar” olarak adlandırılırdı- şimdilerin Mimar Kemalettin Caddesindeydi. Caddenin belki
yarısı biz Yahudilere ait dükkanlardı.
Altmışlı
yıllardan bahsediyorum. Toptan kumaş , konfeksiyon ürünleri satanlar , büyük
ecza depoları, kimyasal madde satıcıları, ithalatçılar, ihracatçılar. İş
sahiplerinin yanında çalışanlar da Yahudi’ydiler...
Yirminci
yüzyılın başından itibaren başlayan felaketler sinsileri , Osmanlının yıkılışı,
birinci ve ikinci dünya savaşları, üzerimizden silindir gibi geçti... Azınlık olarak
yaşamımız , yapılan ayırımcılık ve de baskılar bizleri ziyadesi ile huzursuz ve
rahatsız eder hale haldi.
Yurtdışına
kaçış da o zaman başladı.Güney Amerika başta olmak üzere Avrupa ve sonraları
İsrail en fazla tercih edilen yerler oldu...
Ellili yılların
sonlarına doğru-Levantenlerin ve Rumların boşalttığı- Alsancak göçü başladı.
Yahudi
mahallesinden çıkınca dağıldık mı ne?
16.04.2015