Nişanyan’a
göre Arapça ‘udr kökenliymiş.
Anlamını da “bağışlama” olarak vermiş. Fiilin çekimi ‘adara bağışladı, mazur
gördü anlamında. Mazeret de ayni kökenli Arpaça
ma’dira ise affetme , bağışlama olarak geçmiş ki bizdeki anlamı
kaymış Mazur -Arapça “ma’dür” - bağışlanan , affedilen
olarak kullanılıyor. Nişanayan’ın ‘d si bizim olağan telaffuzdan
farklı, hışırtılı s-z ye kayan bir ses .
Türk
Dil Kurumu’nun (TDK) son baskı sözlüğünde,
Arapça kökünü ‘uzr olarak belirtmiş. Anlam olarak
-bir
kusurun elde olmadan yapıldığını ileri sürmek- olarak açıklamış. “Özür dilemek” ise özrünü
ileri sürerek bağışlanmasını istemek.
Mavi
Marmara olayından sonra nihayet çok
beklenen
ve arzulanan özür nihayet geldi de rahat bir nefes aldık. Kendilerini aşağılanmış
hissedenlerin nihayet başları göğe erdi. Yandaş medya zafer nidaları attı.
İsrail
ne demiş oldu ? Bu kusur elde olmadan yapıldı, bağışlanmasını istiyoruz ! Başbakanımız da
kabul ettiğine göre problemin ilk kısmı çözüldü. Yine de bazıları , doğal
refleks göstererek, özürün arka
planındaki “komplo”yu da deşifre etmeye çalıştı.
Yıllarca
, sadece “sorry” diyerek olayı
geçiştirmek isteyen İsrail yönetimine her defasında red cevabi veren Türkiye
sonunda çok arzuladığı “apologize”ı kaptı. Ayrıca mağdurlar
tazmin de edilecek.
Hükümet
bu özrü bize nasıl yansıtmaya çalıştı? “Bizler mazlum Filistin halkının haklı
davasında istediklerimizi elde ederek zafer kazandık”. Abluka altındaki
Gazze’deki ablukayı kaldırttık. Şimdilerde insani yardımların ulaşması
konusunda anlaşmaya varıldı. Halbuki aradan geçen üç yıl içerisinde bu problem Mısır’daki Refah
kapısının kısmen aralanması ile kısmen çözülmüş idi.
Aslında
devamlı söylenen – özür dilense de , dilenmese de- değişen bir şey olmayacağı
idi. Türkiye- İsrail ilişkileri hiçbir zaman “one minute” hadisesinden
önceki haline dönmeyecek. Aslında mevcut halde ne ticaret aksıyor ne yatırımlar
durduruluyor. Turizm sektörü ise mutlaka biraz muzdariptir ama, başka
coğrafyadaki turistler boşluğu gayet iyi dolduruyorlar…
Askeri
işbirliği askıda. Herhalde uzun bir süre de düzelmez. Geçmişteki bu işbirliği,
Türkiye’nin Arap ve bilhassa Müslüman coğrafyasına karşı itibarını zedeliyordu.
Onlara göre sürekli Yahudi ve İsrail
düşmanlığı yapılması lazım. İlave olarak ta siyonizmin lanetlenmesi gerek ! Başbakanımız
da geçenlerde siyonizm ile faşizmi ayni kategoriye soktu , tepki aldı.
Belki
maslahatgüzar seviyesine indirilmiş olan temsil seviyesi tekrar büyükelçilik
seviyesine “sessiz sedasız” yükselir.
Türkiye
bu zaferin geri planında -istemese de-
Gazze’den İsrail’e atılan roketlerin durdurulması konusunda taahhüt
altına girmiş oldu. Bugünlerde tekrar duyulan roket haberleri ve arkasından
İsrail askeri güçlerinin karşı taarruzları karşısında “ağabey” Türkiye hükümetinin
pozisyonunu da çıkmaza sokacak.
Günümüz
“Kürt problemi” azınlık olmadıkları için görmemezliğe gelinemedi. Yirmi senede
kırk bine yakın vatan evladı öldükten sonra çözülmesi gerektiğine karar
verildi. Kürtçe kitapların ve kasetlerin toplatılıp yakıldığı günler nihayet
geride kadı. Kürtlerin ve Kürtçenin farkı bir ırk ve lisan olduğu “nihayet”
kabul edildi. Hala anadilde eğitim için direnenler, daha ileri özgürlükler için
atılacak her adımın , Türkiye’nin parçalanmasına yol açacağı endişesini
taşıyorlar.Tüm yapılanlar demokratik haklar “tevdi ediliyor” havasına sokuluyor
. Ama geçmişte yapılan hatalara bir “özür” gelmiyor.
Ya azaldıkça
azalan azınlıklardan Ermeniler , Rumlar ve Yahudiler ? Onlar ne tehciri ,ne
mübadeleyi, ne 1934 Trakya olaylarını , ne Struma gemisini , ne Varlık vergisini
, ne Amele Taburlarını , ne 6-7 Eylül olaylarını unutmayacak , unutamayacak
elbet. Mağdurların bir kısmı artık hayatta olmayabilirler , ama hayatları
perişan olmuş çocuklarının belleklerinden bu olaylar silinmiş değil. Bakalım “özür”
ne zaman gelecek …
Avram
Aji
No comments:
Post a Comment