Bayramlar , insanlara günlük tekdüze işgüçlerinden sıyrılarak , tekrar hayatlarını gözden geçirmeleri için fırsat yaratıyor. Geçtiğimiz Pesah bayramımızda da Mısır’da “köle” olan halkımızın “özgürlük” destanı tekrar okuduk. Aslında bir defa okuyunca öğrendiniz sanıyorsunuz, ama atalarımız bu destanın her sene tekrar tekrar okunmasını istemesinin altında yatan bir sebebi var.
Aslında biz Yahudiler sadece Mısır’da köle olma-dık. Antik çağda Babil’de de ayni muameleyi gör-dük. Sonraları ortaçağda İspanya’da sonraları yakınçağda Rusya ve Almanya başta olmak üzere tüm dünyada horlandık, ikinci sınıf vatandaş mu-amelesi gördük. Tarih boyunca ezilmişliğimizin haddi hesabı yok…
Kitlesel imhamız için gaz odaları ve fırınlar “icat” edenlere , malımızı mülkümüzü elimizden alanlara karşı mucizeler beklemişiz ama, geçmişin köle veya güncel deyimiyle “ikinci sınıf” insan muamelesine karşı çok bir şey yapamamışız. Tarih boyunca bazen hayvanlara bile reva görülmeyen işkence ve katliama maruz kalmışız.
Bana göre Pesah agadasının bizlere her sene hatır-latmak istediği “Ey Yahudilar ! Dikkat ! Her zaman ve her çağda köle muamelesi görebilirsin, ikinci sınıf vatandaş sayılabilirsin ! Dikkatli ve hazırlıklı ol…” Bu bayram sadece biz Yahudilere değil , aslında tüm insanlığa verdiği bir uyarı mesajıdır. Tabi anlayana! Herhalde bu nedenle olacak sayın devlet büyüklerimiz bu sene de bayramımızı “en kalbi” duygularla kutladılar!
Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki tanık olunan ilk büyük direnişimiz gözlemlediğim kadarı ile Elza Niyego olayıdır . 42 yaşındaki eski Hicaz Valisinin oğlu –üstelik torun torba sahibi- Osman Ratıp adlı zat , o tarihte daha henüz 22 yaşında olan Elza Niyego’ya aşık olur! Fakat aşkına karşılık göremez. Kızı kaçırma girişimi üzerine cezaevine konur fakat kısa süre tahliye olur.
Elza Niyego bu arada evlenir.Bir sigorta şirketinde sekreter olarak çalışan genç kız bir iş çıkışı Osman Ratıp tarafından hunharca defalarca bıçaklanır. Hatta yanındaki bulunan kardeşi Recina da bıçak-lanır. Katil Elza’nın boğazını keser göğsüne ve karnına bıçağını defalarca saplar. Annesinin ısrarlarına rağmen kan revan içerindeki cesedin üzeri dahi örtülmeden sokak ortasında üç saat bekletilir.
Zavallı masum genç kızımızın cenazesine, sabrı ta-şan, kimi kaynaklara göre onbin kimi kaynaklara göre yirmibeşbin Yahudi katılır ve kortejde “ADALET İSTİYORUZ” sloganları atılır. Düşünün onbin “çileden çıkmış” cesuryürek.
Sonuçta dokuz “kışkırtıcı” Yahudi tutuklanır. Gazetelerde antisemit yazılar patlar. Cumhuriyet Gazetesi’nin o zamanki başmuharriri Yunus Nadi biz Yahudilere fütursuzca seslenerek “..ülkeyi sevmeniz , kanunlarına uymanız , … yoksa da yeri boşatmanız lazım” der…. Günümüzün bilindik “ya sev ya terket” sloganı !
Akabinde hükümet Türkiye’deki Yahudilerin dolaşım serbestliği kaldırılır. Katilin de, hapse düşmemesi için akıl hastanesine yatırılması sağlanır.
Neticede bizlere karşı o kadar büyük bir sindirme ve yıldırma harekatı yapılır ki ; takip eden yıllarda ne 773 zavallı Yahudi mülteci taşıyan Struma gemi-sindekileri kurtarabilmiş , ne Trakya’dan Yahudileri kovma olaylarına karşı durabilmiş , ne ikinci dünya savaşı sırasında oluşturulan -mevcut işimizi elimiz-den almayı amaçlayan- 20 kura amele taburlarına karşı koyabilmiş, ne de bizleri çulsuz bırakan , hak-sız varlık vergisine karşı kendimizi savunabilmişiz.
Ne yazık ki Türkiye’de Niyego olayından sonra bir daha “onbin Yahudi” bir araya gelememişiz!
No comments:
Post a Comment