ÖLÜM
Felsefe ve tasavvufta zaman zaman zikredilen “ölüm anı” genç ve orta yaşlı insanlar tarafından ne kadar içselleştirildiğini hep merak etmişimdir. İnsana “ölümünüzü düşününüz” demekle insan mutlaka ölümlü olduğunu tekrar hatırlayacaktır ama bunun kendisine nasıl yararı olacağını bilememekte olduğunu düşünmekteyim.
Nasıl öleceğimiz ve ne zaman öleceğimiz çok belirli değil. Bugünlerde ülkemizdeki insanların ömür beklentisi 75 yıl civarında . Tabi bunlar resmi istatistiklere dayandırılmakta .
Bir trafik kazasına kurban gitmek ya da amansız bir hastalıktan uzun seneler yatağa bağlanıp kalmamız hep bir olasılık.Ama genelde kimse durup dururken ve de hiçbir şeyi olmadan ölmesi de mümkün değil maalesef.Bu olasılıklar aslında ne kadar korkutucu. İnsanlar bunları düşünmek bile istemez. Ani bir kalp krizi ile yaşamı sonlanmış biri için bazen “temiz ölüm” diye bahsedilir.
Ölümün iyisi olabilir mi?
Filozofun adını hatırlamıyorum ama şöyle diyor:
Ölümden korkmaya hiç lüzum yoktur çünkü hiçbir şekilde karşılaşma şansımız yok. Eğer yaşıyorsak ölüm yoktur veya ölmüş isek zaten bunu bilmemize imkan yoktur.
Ölümü düşündürmenin amaçlarından bir tanesi hayatta dengenin sağlanması içindir. Ne ,nasıl olsa yarın öbür gün öleceğiz diye hiç çalışmamak veya har vurup harman savurmak, ahlak kurallarını hiçe saymak ;ne de, nasıl olsa çok uzun seneler yaşayacağız diye fazlası ile hasis olmak , diğer insanlara yardımda bulunmamak gerek.
Eşyalarımıza veya mal mülkümüze gereğinden fazla değer veririz. Bu davranışlarımız biraz belki onları elde etmek için bir ömür tükettiğimiz, bir çok sıkıntılara girdiğimizden dolayıdır. Ancak ölen insanların şahsi eşyaları çoğu kez eski rubacılara , kapıcılara veya hizmetçilere dağıtılır gider. Gözümüz gibi sakladığımız mezuniyet törenimizde hediye edilen bir dolmakalem , veya Afrika safarisinde satın aldığınız bir çakmak, mahalle maçında kazanılan bir kupa mirasçılarımıza ne yazık ki bir şey ifade etmekten çok uzaktır.
Demek ki biz eşyalarımıza maddi değerlerinin dışında da bir takım değerler yüklüyoruz. Bu değerler aslında o eşyalarla beraber taşıdığımız hatıralarımız. Hem de genelde iyi ve mutlu anlarımızın hatırları. Güzel hatırlarımızı tekrar düşünmemiz bize mutluluk verir.Onun için bu objeleri saklamakta bence hiç bir mahsuru yoktur. Tabiidir ki evelerimiz hayatımız boyunca biriktirdiğimiz ıvır zıvır ile doludur. Onları koyacak yer bulmakta zorlansak ta bize yaşadığımızı hatırlatmasından dolayı önemlidirler. Zaman zaman –yalnız kaldığımızda- özenle çekmeceden çıkararak onları elimize almalı ve düşünceye dalmalıyız.
Bazıları bizlere güç verir. Diplomamız bize okulda nice zor sınavlar verdiğimizi hatırlatırken ayni zamanda hayatımızdaki başka sınavları da başarabileceğimiz güvenini tazeler. O zaman yapmış isem yine yapabilirim duygusunu yaşatır.
Çok ağır hastalıklarla boğuşan insanları görünce insan ister istemez üzülüyor. Öldüklerinde ise “kurtuldu” demiyor muyuz ? Demek ki yaşamak sadece sıhhatli ve mutlu iken değerli.
Kimse ölmek istemez… Dinler insanların bu ölüm korkusunu azaltmak için ölümden sonra daha güzel bir ortamı vaat eder. Ama ne var ki gidip gören yok.Yaşlı insanların bazıları birdenbire dindar oluveriyorlar. Yerine getirdikleri dini vecibeler onlara değişebilen miktarlarda huzur veriyor. Daha üstün bir gücün kanatları altına sığınmak onları rahatlatıyor.
Gazetelerde gördüğümüz veya televizyonda duyduğumuz ölüm haberleri genelde bize çok uzak gözükür. Ancak “ateş düştüğü yeri yakar” atasözümüz
aslında ne kadar yakınımızda olduğunu hatırlatmak içindir.
Herkes uzun yaşamak isterde uzun yaşamak iyi mi güzel mi diye düşünmez. İnsan çevresindeki dostunu , akrabasını , kardeşini , karısını kaybetti mi yaşamanın değeri ne kadar kalır ki ?
Avram Aji
11.05.2008